“Panik”ten Paniklemek
Beyin bir tehlike algılıyor, beyindeki korkuyu yöneten bölge uyarılıyor, aşırı seviyede korku, heyecan ve endişe hissediliyor, kişinin acil durumlarda kaçmasını veya savaşmasını sağlayan adrenalin hormonunun salınımı artıyor. Sonrası bedenin verdiği tepkiler… Kalp yerinden çıkacakmış gibi çarpıyor, nefes almak zorlaşıyor, kaslar geriliyor, tansiyon yükseliyor, el ve kollarda uyuşmalar hissediliyor, baş dönmesi başlıyor, belki sıkı bir yumruk yemiş gibi karında ağrı oluşuyor, kişi ya buz kesiyor ya da ter döküyor. “Ölüm” kelimesi beyinde flaşör gibi yanıp sönüyor. Peki ya daha sonra? İşin özü burda saklı işte, sonrasında hiçbir şey olmuyor; ne bir ölüm ne de bedensel bir kısıtlanma. Sadece yanlış alarm! Beyin tehlikeli bir durum olmadığını algılıyor ve bedenin verdiği tepkiler normale dönüyor, fakat yaşananlar zihni rahat bırakmıyor.
Oturduğunuz binada yangın alarmı çalmaya başlayınca korkuyla dışarı fırlarsınız. Muzır bir çocuğu alarmın yanında gülerken gördüğünüzde “yanlış alarm” der ve eve geri dönersiniz. Çocuk biraz eğlenmek istemiştir. Peki, panik atak yaşamanıza neden olan bu “yanlış alarm” da bu kadar masum mudur? Bedeniniz için evet, ruhunuz için hayır. Panik atak geçiren fakat adının panik atak olduğunu bilmeyen hemen herkes kalp krizi geçirdiğini zanneder. Durduk yere kalbin bu kadar hızlı atması, nefesin kesilmesi, vücudun uyuşması, tehlikedeymiş hissi, “ölüyorum” düşüncesi olsa olsa kalp krizine işarettir çoğunluk için. Derhal en yakın hastanenin acil bölümüne gidilmelidir. Gidilir, tüm tetkikler yaptırılır; fakat çok sağlıklı olduğunu ve kalp krizi geçirmesinin mümkün olmadığını gösteren sonuçlar kişiyi her defasında daha da karamsarlığa iter. Bırakalım çaresiz hastalığı, onunki tanımsızdır, en kötüsüdür. Rahatsızlığı, uyanıkken çöken bir kâbus gibidir artık; sadece kendisinin gördüğü, kimseyi inandıramadığı bir kâbus. Kendisi ölümün eşiğindeyken insanların ona hiçbir şeyi yokmuş gibi bakması ve davranmasıyla aklına başka düşünceler de gelebilir, mesela deliriyor olma ihtimali… Kesinlikle bir hastalığı vardır ve hastalığı tanımlanana kadar bu kişiye rahat yoktur.
Aniden başlayan, 10 ila 30 dakika süren, ara ara gelen, bir daha ne zaman geleceği belli olmayan, insana yalancı ölümü koklatan krizlerin adı “panik atak”tır. Panik atak –en basit tanımıyla- korku ve heyecan duyulduğunda vücudun aşırı tepki vermesidir. Geçirilen nöbetlerin panik atak olarak adlandırılabilmesi için kişinin kalp-damar rahatsızlığının bulunmaması ve en az iki kere panik atak geçirmiş olması gerekir. Ayrıca kalp krizini taklit eden panik ataklar ruhsal sıkıntının kendisi değil, belirtisidir. “Panik bozukluğu” olarak adlandırılan durum ise ilk panik atağın ardından bir sonraki atağın ne zaman, nerede, ne şiddette geçirileceğine dair duyulan endişe ile gelişir. Kişi artık “panik”ten paniklemektedir.
Panik atak, kişinin ruhunda bir yerlerde sinsi bir düşman gibi saklanıyordur ve kişiyi en olmadık yerde ele geçirecektir. Gözle görülür bir zarar vermese de büyük korku salacaktır. Kişi artık kaçma ve kaçınma davranışları geliştirir; panik atağın gelmesine neden olabilecek olay ve durumlardan kaçınmaya, panik atağı yalnızken geçirme ihtimalinin olduğu yerlerden kaçmaya başlar. Kimi kalp atışlarını hızlandıracağı için spor yapmaz, kimi panik atak esnasında müdahale edebilecek birine ihtiyaç duyacağı için tek başına dışarı çıkmaz, kimi asansöre binmez, kimi hastane ve eczane bulunan yolları tercih eder. En sonunda korkular yaşama hakim olur.
Panik atağın sebebi olarak sunamayacağımız, ama olmazsa olmazı diyebileceğimiz iki faktör vardır: Birincisi geçmişte yaşanan bir kayıp, ikincisi mükemmeliyetçi kişilik özellikleri… Panik atak geçiren kişinin klinik hikayesinde mutlaka bir kayıp, bir travma vardır. Sevilen bir kişinin ölümü, sevgiliden ayrılma, iflas, beklenenin aksine terfi edememek, başka bir şehre taşınmak, deprem, çocuk sahibi olmak gibi olaylar sebebiyle para, insan, özgüven, özgürlük, iş kaybı gibi kayıplar yaşanır. Detaycı, mükemmeliyetçi, sorunlara odaklanan, endişeli kişiler yaşadıkları bu kayıpları daha detaylı ele alırlar, daha derinleştirir, daha derin yaşarlar. İlerleyen zamanlarda da herhangi bir olay karşısında gereğinden fazla kaygı duyar ve korkarlar. Panik atak geçirenlerin büyük çoğunluğunun entelektüel olması, iyi eğitim gerektiren işlerde çalışıyor ve büyük şehirlerde yaşıyor olması tesadüf değildir. Bu kişilik özelliklerine sahip olan ve bir kayıp yaşayanlar genellikle 6 ila 12 ay sonra korku veya heyecan duyduğu bir anda panikatak geçirebiliyor. Sonuç olarak panik atağın tamamen sebepsiz olduğunu söyleyemeyiz. Geçmişte yaşanan bir travma, üzerine kapanan kapağı açmış ve beynin panik butonuna basmıştır.
TEDAVİ= TERAPİ
“Paniğe gerek yok, bu sadece panik!” Söylemesi kolay belki ancak kişiyi azat etmeyecekmiş gibi görünen panik bozukluğunun tedavisi, panik atağın adının konması ile başlıyor aslında. İlaç tedavisi ile beraber sürdürülen terapi sayesinde kişi; beyninin neden yanlış alarm verdiğini, neden panik atak yaşadığını ve en önemlisi panik atağın zararsız olduğunu öğreniyor. Artık korkulacak bir yanı kalmayan panik atağın üzerine yeni korkular edinmiyor, hatta korkularından arınmaya başlıyor. Panik atak yaşamamak için hayata bakışını değiştiriyor, olası bir panik atakta olabildiğince kontrolü ele geçirmeyi öğreniyor.