Aşkın Kimyasalları
Ünlü Psikiyatrist Mehmet Z. Sungur aşk’ı; ‘’ben’’leri yok etmek pahasına ‘’biz’’ olmak, sınırları iyi çizilmiş bir evliliği ise ‘ben’’leri koruyarak ‘’biz’’ olabilmek şeklinde tanımlar. ‘Aşk bir görme kusuru, evlilik bu kusurun tedavisi, sadakatsizlik ise ‘’biz’’i yok etme riskini göze almaktır’ der. Aşk öylesine bir kaynaşma ihtiyacıdır ki Freud; aşkın benlik (ego) ile aşık olunan arasındaki sınırları tehdit ettiğini söylemiştir. Ne var ki bu görme kusuru nedeniyle idealize edilen kaynaşma hali çok uzun sürmeyecektir. Zamanla her şeyi olmasını istediğimiz gibi görmekten vazgeçip olduğu gibi görmeye başlarız. Gerçekten aşkın ömrü var mı acaba?
Beyinde dopamin denilen maddenin artmasının, ‘‘ilginin odaklanması ve amaca yönelik davranışların artması’’na neden olduğu bildirilmektedir. İlginin, aşık olunan kişinin olumlu özelliklerine odaklanması, ilişkinin bir rüya gibi yaşanmasına ve olumsuz özelliklerin görülmemesine neden olur. Dopamin artışı bir yandan da enerji, kalp hızı ve soluk alma hızının artışına, uykusuzluk ve iştah azalmasına hatta çeşitli korku, kaygı ve abartılı davranışlara neden olabilmektedir. Tıpkı aşık olunan dönemdeki abartılı davranışlar gibi. Beklenen bir ödülün gelmesi geciktiğinde beyinde dopamin üreten hücrelerin aktiviteleri artar. Böylelikle kişi seçici olarak ödüle odaklanır ve ödülü elde etmek için amaca yönelik davranışlar sergiler. Tıpkı aşık olan kişinin, aşık olduğu kişinin aşkını ve kalbini kazanmasına yönelik gösterdiği çabalar gibi. İşte bu nedenle aşık olma döneminde aşık olunan kişi için gösterilen çabalar artar. Romantizmin doruğunda söylenen ‘aşkına layık olmaya çalışacağım’ biçimindeki sözcükler belki de bu çabayı aktarmaktadır.
Dopamin artışı bir yandan da testesteron ve norepinefrin artışına yol açar. Testesteron, cinsel arzunun belirleyicisi olan hormondur. Başka bir deyişle hem kadın hem de erkekte şehvet, testesteron hormonu ile yakından bağlantılıdır. Bu, romantik aşkın cinsel arzuyu da arttırabildiğinin kanıtıdır. Diğer taraftan yeni deneyim ve yeni uyaranlar beyindeki dopamin miktarını arttırır. Yeni bir aşkın dopamin miktarını arttırması gibi. Dopaminin testesteronu arttırması ise yeni bir aşkda cinsel arzunun neden daha fazla olduğunu açıklayabilir.
Norepinefrin ise uyarıcı bir madde olup yeni karşılaşılan durumlarla ilgili hatırlama miktarının daha fazla olmasını sağlar. İşte bu nedenle aşık, aşkı ve aşık olduğu kişi ile ilgili her şeyi ayrıntılarıyla hatırlar. Norepinefrinin artışı aynı zamanda cinsel arzunun da artmasını sağlar. Aşıkların tüm gece boyunca birbirlerine sarılıp uyumadan kalabilmeleri romantizmin cinselliği uyarması ile açıklanabilir. Unutulmamalıdır ki cinsel arzu, romantik aşkın temel bileşenlerinden biridir.
Aşıklar saplantılı olur ve uyanık olarak geçirdikleri zamanın çoğunu aşık oldukları kişiyi düşünerek geçirirler. Yapılan çalışmalar çeşitli takıntı ve saplantıların, azalan seratonin ile ilgisi olabileceğini göstermiştir. Dopamin ve norepinefrinle ateşlenen aşk büyüdükçe takıntılı ve saplantılı düşünce ve hayallerin artışı, azalan seratonin miktarı ile ilgili olabilir.
Hepsinden daha önemlisi kimyasal değişikliklerin bir neden mi yoksa sonuç mu olduğunun net olarak bilinmemesidir. Başka bir deyişle kimyasallardaki değişiklikler mi aşkı yoksa aşk mı kimyasallardaki değişiklikleri oluşturmaktadır?
Kimyasallardaki değişiklik, enerji artışı, ilginin belirli bir kişiye odaklanması, uyku-iştahın azalması, aşık olunanı elde etme ve elde tutmaya (amaca) yönelik davranışların artması ile paralel gitmektedir. Aynen aşığın aşkına yönelik tutkusu, şehveti ve takıntılarının da yine kimyasal değişikliklerle birlikte gitmesi gibi. Yani, aşkla birlikte somut kimyasal değişikliklerin oluşması, aşkın görme kusuru olarak tanımlanmasına rağmen, ‘’gerçek’’ten yaşanan bir görme kusuru olduğunu da göstermektedir.
Aşk gecikince dopamin salgılayan hücrelerde artış ve buna paralel olarak aşık olunanı elde etme arzusunda artış oluşmaktadır. Bu bağlamda aşkın kimyasalları ile aşık olan beyinde devreye giren bölgeler belirgin ve ilginç bir tutarlılık göstermektedir.
KAYNAK: Prof. Dr. Mehmet Z. Sungur; ‘ Sen, Ben ve Aramızdaki Her Şey’