Cinselliğin Psikolojisi
Çok boyutlu bir kavram olan ‘CİNSELLİK’; fizyolojik, psikolojik ve sosyolojik süreçleri ile insan hayatındaki en temel güçlerden biridir. Kadın veya erkek, dişi ya da eril, feminen ya da maskülen olma sürecidir de. Bu olma süreci cinsiyetimizi, cinsel organlarımızı, bedenimizi, görünüşümüzü, seçim ve tercihlerimizi nasıl tanımladığımızı, nasıl hissettiğimizi ve nasıl düşündüğümüzü kapsamaktadır. Kimi zaman ihmal edilen ve yok sayılan, hatta dinamikleri olumsuz etkileyebileceği korkusuyla konuşulması bile yasaklanan, kimi zaman yüceltilip yaşamın merkezi haline getirilebilen, bozulduğunda ise patolojik yapının en büyük suçlusu olarak kabul gören, zaman zaman da mitlerin ve inanç sistemlerinin içine süzülerek gizemli bir kimliğe bürünebilen, kimi inanışlara göre hazza bakan yönüyle kötü, üremeye bakan yönüyle kutsallık içeren, ne olursa olsun cinsel organların sınırları içerisine hapsedilemeyecek kadar çok yönlü bir kavramdır cinsellik.
Her insan kendilik kavramını oluştururken bunun bir yönünü de kendi cinselliğini algılayış biçimi üzerine oturtmaktadır. Bu nedenle bireyin cinselliği ile tüm kişiliği birbiri içine girmiştir ve cinselliği tek başına ele almak mümkün değildir. Bu bağlamda bireyin eğilimlerinin, inanışlarının, düşüncesinde yanlış oluşmuş kavramların cinsel işlev bozukluğunun oluşumunda ve devamında önemli yeri olduğu bilinmektedir. Dolayısı ile cinsel işlevlerde meydana gelen bir takım sorunlar, kişinin kendilik algısını da olumsuz olarak etkileyebilmekte, sorunun devam etmesinde ya da kötüleşmesinde rol oynayabilmektedir. Türkiye’de de cinsellik, başka birçok ülkede olduğu gibi tabu ve üstü kapalı bir konu olarak kalmıştır. Aile içerisinde başlaması beklenen cinsel eğitimi verecek olan ebeveynlerin de bu konuda yeterli bilgi birikimine sahip oldukları söylenemez. Kaldı ki, sosyal ve kültürel faktörler nedeniyle cinsel konuların ailede halen tabu konumunda olduğu bilinmektedir. Eğitimin yetersiz olması ise cinsellikle ilgili davranışlara da yansımaktadır.
Cinsel davranışlar çeşitlilik gösterir ve birçok etkenin karmaşık ilişkisiyle belirlenir. Kişinin başkalarıyla olan ilişkilerinden, yaşam koşullarından ve içinde yaşadığı kültürden etkilenir. İki erişkin arasındaki ilişkinin özel bir konumu olarak ele alındığında, benlik ve beden algısı ile kendini, partnerini, karşılıklı rolleri algılayış ve tutumlar önem kazanmaktadır. Cinselliğin yaşanması kişiliğin tüm yönleriyle ilişkili olsa da sağlıklı yaşanabilmesi; bireylerde zedelenme ve benlik sınırının kaybı gibi korkuları içermeyen sağlıklı bir kişilik yapısında ancak mümkün olabilir. Zira birbirini seven bir çiftin cinsel etkileşimi en mahrem, en heyecanlı ancak bir o kadar da kırılgan bağlanma biçimlerinden biridir. Cinselliğin doyumlu yaşanabilmesi de ancak sağlıklı gelişimin sonunda ulaşılan uzlaşmış bir kimlik içinde gerçekleşebilir. Öyle ki eşin önünde zevk alıp vermek için çıplak şekilde yatmak ve bir başkasının vücudunda yer almak eylemi olan cinsel birleşme, son derece hassas ve bağımlı bir fizyolojik durumdur. Durum böyleyken, cinsel işlev bozukluklarının tedavisinde çok boyutlu ve kapsamlı bir yaklaşımın, tüm ilişkinin değerlendirmesini de içermesi gerekliliği aşikardır. Yani cinsel sorunları, çiftin ilişkisinden ve bireyin kendine özgü psikolojik süreçlerinden bağımsız değerlendirebilmek neredeyse mümkün olamamaktadır. Buna rağmen cinsel sorunları, sadece cinsel ilişki boyutuna indirgeme ve bu yönde tedavi etme çabalarına sıklıkla rastlamaktayım. Aynı şekilde çoğu çift de cinsel ilişkilerinin gelişiminin tüm mahrem ilişkilerini kapsadığını anlamayı maalesef başaramıyor. Üstelik zaman içinde kadının da erkeğin de arzularının, ihtiyaçlarının, isteklerinin ve beklentilerinin değiştiği gerçeğini de göz ardı etmemek gerek. Bu değişim eşler tarafından anlayışla karşılanıp kabullenilmez ve uyum sağlanamazsa aralarındaki iletişimin bozulacağı, tartışmalar, çatışmalar, cinsel işlevlerde bozulmalar, kavgalar ve hatta aldatmalar yaşanabileceği de bir başka gerçek olarak karşımızda durmaya devam ediyor.
Aslında en önemli farkındalık, cinselliğin merkezinin hiç kuşkusuz ‘beyin’ olduğu gerçeğinin bilincine varmak. Sanıldığının aksine en önemli cinsel organ penis ya da vajina değil, beyindir. Bu nedenledir ki cinsel işlev bozukluklarının ortaya çıkmasında ve sürmesinde, çok sayıda psikososyal ve kültürel etken birlikte rol oynamaktadır. Bunlar, doğuştan getirilen özellikler olabildiği gibi yetişme koşulları, ailenin tutumu, eğitim, yetiştiği alt kültürün cinselliğe bakışı, yaşanılan psikolojik travmalar vb. sonradan edinilen özellikler de olabilir. Erken çocukluk dönemine ait bilinçaltı çatışmalar, çocukluk ve ergenlik dönemine ait psikoseksüel gelişim dönemlerindeki aksaklıklar, yanlış öğrenilmiş cinsel davranışlar, eksik ya da yanlış cinsel bilgi, cinsellikle ilgili yanlış ve abartılı beklentiler, geleneksel ve tutucu yetiştiriliş biçimi, utanma, suçluluk ve günahkarlık duyguları, eşler arasındaki uyumsuzluk ve iletişim sorunları, evlilik içi çatışmalar, eşin cinsel sorunlarının olması, eşinde ya da kendisinde var olan başta depresyon olmak üzere cinsel yaşamı olumsuz yönde etkileyen çeşitli psikiyatrik sorunlar ya da hastalıklar ve kişinin başta cinsel organlar olmak üzere kendi bedeniyle ilgili olumsuz düşünce ve inançları olarak sıralanabilir.
CİNSEL DOYUM
Kişilerin yaşamla ilgili istek, gereksinim ya da beklentilerinin sağlanmasına doyum denilmektedir. Yaşam doyumu, kişinin sahip olduğu ya da sahip olmak istediği arasında yapılmış olan karşılaştırma sonucunda edinilen hislerdir. Cinsel doyum; cinsel yaşam sonucunda eşlerin karşılıklı biçimde duygu ve düşüncelerine veya beklentilerine yönelik saygı duyması, söz konusu durumda kendilerini ya da isteklerini kolayca açıklayabilmeleridir. Cinsel hayatta meydana gelebilecek aksaklıklar ise yaşam doyumunu etkilemekle birlikte sevilmeme gibi korkulara, doyum yetersizliklerine, izolasyona, çekilmeye, kaygı, güçsüzlük tecrübesine, sıkılganlık, gerginlik, erkeklik/kadınlık rollerinin algılamasındaki değersizlik hissiyatına ya da radikal olma vb. gibi neticelere sebep olabilmektedir. Gözlem ve araştırmalar, cinsel hayatları aktif bir biçimde sürmeyen çiftlerin ilişkilerinde mutsuz olduklarını, ayrılık olasılıklarının yüksek olduğunu, ayrıca ortak paylaşımlarının da az olduğunu göstermektedir.
İlişkilerde zamanla, olumlu ve olumsuz faktörlerin birlikte işlerlik gösterdiği bir denge kurulmakta, bu dengeler sistemi birlikteliği sürdürücü ya da bozucu rol oynayabilmektedir. Eşle ilgili bilinçli ya da bilinçsiz düzeydeki çatışmalar ise cinsel işlev bozukluğu oluşumunda önemli rol oynamaktadır. Cinsel işlev bozukluklarının eş ilişkilerinde dengeyi korumaya yönelik bir rolü olduğu da ileri sürülmüştür. Buna göre bozukluk eşlerin çok yakın bir ilişki içinde zedelenmelerini engellemekte ve benlik sınırlarını korumalarını sağlamaktadır. Ancak, cinselliğin duygu ve düşünce alanındaki yakınlaşmaya olumlu katkıları göz önüne alındığında, cinsel işlev bozukluğunun, denge sağlamaktan çok ilişkiyi bozucu yönde etki göstereceği söylenebilir. Dolayısıyla eşler arasında iletişimsizliğin ya da çatışmaların cinsel işlevi de etkilemesi beklenen bir durumdur. Cinsel sorunlar da genel çatışmalara ya da duygusal uzaklaşmalara yol açmaktadır. Duygusal yakınlaşma ve düşünce paylaşımıyla tamamlanmayan bir ilişkide, cinsel işlevin yeterliliği ve doyum vericiliği azalabilmektedir.
Erkeklerde mutluluk ve cinsellik arasındaki ilişki, kadınlara oranla daha güçlü bulunmuştur. Özellikle, erkeklerdeki erken boşalma ve sertleşme bozukluğunun, evlilikte mutsuzluk konusunda kadınlardaki orgazm bozukluğu ve vajinismustan daha etkili olduğu ileri sürülmüştür. Düzenli orgazm yaşayan kadınların doyum ve mutluluklarının, orgazm yaşayamayan kadınlara oranla daha fazla olduğu gösterilmiş, kadın orgazm yanıtının eşler arasındaki yakınlıkla ilişkili olduğu saptanmıştır. Bu bağlamda cinsel alanda zorluklar yaşayan erkeklerde kaçınma davranışları gelişebilmekte, kadınlar da bunu çekiciliklerini kaybettikleri ve istenmedikleri tarzında yorumlayabilmektedirler. Erkekler, fiziksel teması içeren tüm davranış biçimlerini cinsel ilişkiye başlangıç gibi algılayarak yakınlaşmadan kaçınabilmekte, bu durum cinsel alan dışına da yansıyarak tüm ilişkiyi bozabilmekte, eşler diğer alanlarda da uzaklaşmaya başlamaktadırlar. Erkekler, cinsel işlev bozukluğunu kimliklerinde yetersizlik olarak algılayarak rol çatışmalarına girebilmekte, günlük yaşamlarında daha sınırlayıcı ve eleştirici bir tutumu benimseyebilmektedirler. Bu da genel olarak ilişkinin niteliğini bozmaktadır.
Özetle birlikteliklerde cinsel yaşamı, çiftin genel iletişiminden ayrı düşünmek mümkün değildir. Cinsel sorunun türü ne olursa olsun, çiftlerin birbirleriyle olan iletişimleri, samimiyet, paylaşım ve yakınlaşmaları göz ardı edilmemesi gereken noktalardır. Çünkü eşler arasındaki uyum, ilişkideki tüm alanları etkileyebilen en önemli faktörlerden biridir. Uyumsuz çiftlerin ilişkilerindeki doyum, olumsuz olaylardan kolaylıkla etkilenebilmektedir. İlişkilerde mutluluk ve paylaşılan aktiviteler ne kadar az ise, cinsel aktivitede azalma ve eşlerin birbirinden uzaklaşması olasılığı o kadar artmaktadır. Bir kısır döngü şeklinde cinsel işlev bozukluğu da çiftin uyumu kadar ilişkinin niteliğini ve yakınlığını belirleyebilmekte, dengeleri bozabilmektedir. İlişkilerinde sorun yaşayan çiftlerde yine eşlerden birinde ortaya çıkan cinsel işlev bozukluğu, eşler arasında ilişki ve yakınlığı daha fazla bozabilmektedir. Cinsel doyum düzeyi, eşler arasındaki ilişkiyi, ilişkinin kalitesini, seyrini ve doyumunu etkileyebilmektedir.
Sonuç olarak; bir çiftin cinsel hayatını yeniden yoluna koyup zenginleştirmeye çalışmak, yakınlıkla ilgili meseleler üzerinde yoğun bir şekilde durarak çiftin bütün ikili ilişkisini incelemek demektir. Cinsel hayatın yeniden düzenlenip zenginleştirilmesi; çiftin iletişim kurma becerisi, birbirine karşı hassas ve samimi olabilmesi, dokunma ve sevgiyi paylaşabilmesi ve de cinsel birleşme deneyimleri ile ilgilidir. Eşler arasında mesajlar anlaşılır olduğunda duygu ve düşüncelerin paylaşımı ve karşıdakine verilen destek, iletişimi olgunlaştırabilecektir. Etkin bir iletişim, çatışmaların çözülmesini, ilişkide doyum elde edilmesini, eşlerin birbirlerini tamamlamalarını ve kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlamaktadır. Eleştiriler daha olumlu yönde olmakta, bunun yanında jestler ve şakalar yaşantıda daha fazla yer almakta, eşler arası iletişimin bir yönünü oluşturan cinsel alanda da doyum verici ilişkiler sağlanabilmektedir. Bu nedenledir ki sizlere tavsiyem cinsel sorunlarınızın üstesinden gelebilmek için, sizi sadece cinsel birleşmeye odaklandıran geçici ve mekanik çözümler yerine tüm ilişkinizi düzenleyip zenginleştirecek CİNSEL TERAPİ süreçlerine odaklanmanız yönünde olacaktır.
Sevgiyle ve sağlıcakla kalın…